29 Aralık 2010 Çarşamba

Kendine kız be insan!

Sen manalar yüklersin karşındakine,


Sen alırsın çıkarırsın göklere,

Sen taşırsın başının üstünde,

Kimse senden bunu istemediği halde.

Sonra bir gün fark edersin ki,

Sadece sen abartmışsın herşeyi.

Ve bu onun suçu değildir aslında,

Sen yüklemişsindir bu misyonu ona.

Kendi kendine hayal edip,

Kendi kendine hayal kırıklığı yaşamışsındır aslında.

Kendine kız be insan,

Senden başka kimsenin suçu yok bu planda!

23 Aralık 2010 Perşembe

Olmak ya da Olmamak.

Mesele sırtını sevgiliye manevi olarak da dayamamakta belki de,

Sevdiğinden maddi beklentin olmadığı gibi,

Manevi beklentin de olmaması gerekli.

Sevgili adı üstünde sadece seven kalmalı,

Ne yanında olmalı

Ne sen hayatla boğuşurken güç vermeli

Ne de senin dertlerin onu ilgilendirmeli.

Mesele bir insanla yan yana yola çıkarken onu da kendin gibi düşünmemekte belki de,

Tıpkı onun gibi olabilmekte.

Sadece kendine ait bir dünyada yaşayan,

Birini seven ama daha çok kendini seven,

Sevdiğinin dertlerini sormayan ama kendi dertlerini ona yükleyen biri olabilmekte.

Tıpkı Shakespeare’in dediği gibi:

"Olmak ya da olmamak, işte bütün sorun bu!

Düşüncemizin katlanması mı güzel

Zalim kaderin yumruklarına, oklarına

Yoksa diretip bela denizlerine karşı

Dur, yeter demesi mi?”

Bence de olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!

Günümüzün sıradanlaşmış sevgi ve aşk kelimelerini bonkörce kullanmak ya da kullanmamak hak edene ya da etmeyene, işte bütün mesele bu!

22 Aralık 2010 Çarşamba

Boşlukları Doldurun!

“Boşlukları doldurun” der ya testte,

Uygun kelimeler yazmaya çalışırız ya hani o boşluklara,

Bazen biliriz bazen bilemeyiz ya,

Boşluk doldurasın diye sevilmek de bu teste benzer.

Ve boşluk doldurmak için birinin adını koyduğunda yüreğine,

Bilmelisin ki cevap her zaman “yanlıştır”.

Ve o boşluğa kondurduğun insana haksızlıktır.

Başka biri için yüreğin çarparken,

Sırf o seni ilgisiz bıraktığı için yüreğinde bir boşluk varken,

Yazık etme kimseye,

Onun yüreğini harcama diğer sevgiliyi beklerken oyalan diye.

Canı beter yanacaktır bu haksızlığı fark ettiğinde.

Bunu yapma hiç kimseye!

21 Aralık 2010 Salı

canından can.

canından can koparken kayıtsız kalabilir mi insan?
o can başka bir canınsa da canından can kopar mı?
kopar...
hem de öyle bir kopar ki... 
etinden et kopar, canından can.
neden diye sorgularsın?
neden o?
ve canın yanar da yanar...
kahrolursun, kahrından vücudun sızlar.
çaresizlikten kahrolursun, elin kolun bağlıdır.
ve dua edersin sadece...
bir medet umarsın herşeyin planlı olduğunu bildiğin halde.
çabalarının bile...
yakarırsın "Allah'ım lütfen ağrısını hafiflet, lütfen acısını azalt" diye...
 
Boxime.

12 Aralık 2010 Pazar

Oyun Hamuru

Öyle bir sev ki,
Sevgiliye oyun hamuru muamelesi yapma mesela,
Elinde yoğuracağın bir şey olmasın sevdiğin.
Onun kenarlarını köşelerini de sev mesela,
Sivrilikleri canını yaksa da.
Elde ettim, artık istediğim şekli veririm nasıl olsa deme mesela,
Çünkü o adı üstünde sevgili, çamur değil yani.
Seviyorsa seni zaten canını yakmayacaktır,
Kendiliğinden köşelerini yuvarlaklaştıracak,
O da olmuyorsa sırf senin için koruyucu bir bant takacaktır sivriliklerine,
Seni kendinden bile koruyacaktır yeri gelince.
Ve unutma,
İstediğin şekli verebildiğin bir hamursa karşındaki,
Yarın da alacaktır başka birinin verdiği şekli.

11 Aralık 2010 Cumartesi

De, Kondur!

İyilik de kötülük de bulaşıcıdır.
İnsanlar kötülüğü bulaştırmaya harcadıkları enerjinin yarısını iyilik için harcasalardı hayat daha çekilir olurdu.
Kötülük bulaştırdıkça ağdalaşan, koyulaşan ve ağırlaşan bir hal alırken,
İyilik bulaştıkça hafifletir, mis kokular saçar, gülümsetir.
Seçim sizin!
İyi bir insan olur ve mutluluğu çekebilirsiniz kendinize,
Ya da kötülüğünüzü dedikoduyla bulaştırırsınız her önünüze gelene,
Kendinizi üstün kılmak gayretiyle.
O dedikleriniz döner dolaşır bulur sizi sonunda!
Kondurduklarınız ise yürür gider kendi yolunda.
Çok da umurlarında :)

Alçaklar

Seni aşağı çekmek istemeleri sadece kendi seviyelerine indirmek isteğidir.
Çünkü onlara yukarıya çıkmak zor gelir. Tırmanmak emektir, alın teridir. Zaman vermeyi gerektirir.
Onlar hem emek hem zaman vermek istemezler ama kendilerinden yukarıdakine de tahammül edemezler.
Çünkü onlar sadece alçaklarda sürünmezler,
Onlar alçaktırlar.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Beni Koruyun!


www.benikoruyun.com
Bu siteyi ziyaret etmelisiniz, okumalı ama öğretmelisiniz. Ve beni bir dinlemelisiniz…
Site ne der, tacize uğramış çocuk ne hisseder? Buyrun:


Site: “Hayır” de ve o kişiye yaptığından hoşlanmadığını, dokunmasını istemediğini söyle.


Blogcu: Çocuksan ve karşında bir yetişkin varsa yaptığının yanlış olduğunu bilsen de tepki vermen zaman alıyor. Anladığında nasıl “Hayır” diyeceğini bilemiyorsun. Çünkü yapılan yanlıştan sen utanıyorsun. Ve şoka giriyorsun. Hayır demek zaman alıyor çünkü şok yaşıyorsun. Duydum ki büyükler bile hayır diyemiyor, çünkü şok yaşıyorlar.


Site: Hızla o kişiden uzaklaş. Hoşlanmadığın bir şekilde sana dokunan kişiden kaç. Bir daha bu kişiyle asla yalnız kalma.


Blogcu: Uzaklaşıyorsun evet ama o hep sana yakın oluyor. Hayatın boyunca olur olmaz anlarda o pis sırıtışını görüyorsun. Bazen rüyanda bazen öylesine daldığında.


Site: Yardım iste. Çığlık atabilirsin.


Blogcu: Atıyorsun, hem de kendine bile yabancı bir sesle. Ama yardım isteyemiyorsun. Utanıyorsun. Çığlığın yardım çığlığı olamıyor. Çünkü korkuyorsun. Panikten sadece alakasız bir cümle çıkıyor ağzından çığlık şeklinde.


Site: Kendine inan. Sen yanlış birşey yapmadın.


Blogcu: İnanmadım uzunca bir zaman. İnanmadığımı bilmeden inanamadım hatta. Çünkü 32 yaşında anlattım bir psikoloğa. Ancak o zaman anladım bir suçum olmadığını.


Site: Birisi sana uygunsuz bir şekilde dokunursa, olan biteni güvendiğin birine anlat. Tehditlerin seni korkutmasına ve sessiz kalmana neden olmasına izin verme.


Blogcu: Babama ve anneme anlattım. Onlar da birilerine anlattı. Adam yakalandı. Gazetelere çıktı. Ama her konuşma beni daha da utandırdı. Kendimi pis, kötü, aşağılık hissettim. Güvendiğimiz birileri kimseye anlatmasa olmaz mı? Ya da herkes benim önümde konuşmasa? Çok utanıyorum çünkü.


Site: Tehdit veya tacizde bulunan kişiden uzak durmak için elinden geleni yap. Kendini rahatsız veya güvensiz hissetmene neden olacak biçimde sana dokunan kişi ile yalnız kalma.


Blogcu: Bazen şartlar sizi güvensiz yerlerde bulundurur. Hele ki yanında arkadaşların varsa.

İmza: BEN. 9 yaşında cinsel tacize uğramış bir yetişkin...

5 Aralık 2010 Pazar

Hoşçakal

Aniden bir şeyler değişir.
Sebep ararsın,
Anlamaya çalışırsın.
Sorarsın, cevap alamazsın.
Ve birgün aniden fark edersin.
Yüreği değişmiştir.
İçine sen koyduğu hayaller bitmiştir.
Sen hala sorarken o senden gitmiştir.
Veda edersin.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Veda

Beklenti zor,
Kabullenmek zor,
Vazgeçmek daha zor.
Fark ettin mi gerçeği,
Beklentine rağmen vazgeçersin.
Kabullenirsin.
Sevmek koşulsuzdur.
Sevmek kabullenmektir.
Sevmek onun için ondan vazgeçmektir.
Onun için ondan vazgeçersin.

2 Aralık 2010 Perşembe

Aşıksın Sen!


Sebepsiz yere aklındaysa her daim,
Sıkıntıda mıdır diye endişe ediyorsa kalbin,
Haber alamadın mı meraktan ölüyorsan eğer,
"Sen ayvayı yemişsin!" efendim!
Tek kelime ile “Aşıksın!” derim.

25 Kasım 2010 Perşembe

Sevmek gülümsetmektir


Hayatım boyunca babam anneme çiçek getirdi. Hem de olur olmaz zamanlarda.
Özel gün olması gerekmedi.
Çok gün “Annen çok sever bunu” dedi ve bir demet sümbül aldı. Başka günler bir demet yasemin ama illa ki eli kolu çiçek dolu, sevgi dolu geldi.
Özel günlerde özel çiçekler olurdu gül gibi, orkide gibi.
Papatya zamanı asla es geçilmezdi.
Alakasız zamanlarda gelen bu çiçekler annemi hep mest etti. Hala da öyle.
Bugünün romantizm fakirlerine duyurulur:
Sevmek sadece söylemekle olmaz.
Sevmek göstermekle olur.
Sevmek el üstünde tutmakla olur.
Sevmek çiçek vermekle olur.
Sevgi önemsemektir.
Sevgi düşünmektir.
Sevgi gülümsetmektir.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Sustum


Hayat değil de insanlar yorar beni.
Zorluklar değil de hayal kırıklıkları kırar kanatlarımı.
Çabalamak değil de güvenememek korkutur beni.
Konuşmak değil de susmak zor gelir bana.
Suskunlukta binlerce söylenmemiş saklıdır aslında.
Ve hepsi aynı anda oldu mu beter kanırtır canımı,
Gidesim gelir alıp başımı.
Öyle bir gitmeli ki,
Gittiğin yerde kimse bulamamalı seni.
Yoruldum,
Kırıldım,
Zorlandım,
Kanırtıldım,
Gidemedim,
Sustum.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Samimiyetsiz Samimiyet


Samimiyetsiz samimiyeti sevmiyorum demekten dilimde tüy bitti. Samimiyet için de zaman gerekir. Samimiyet için tanımak gerekir. Maya gerekir. İyi bir ekmek gibi…
Nasıl ki maya katmakla bitmezse ekmeğin işi, tanışmakla ya da sadece aynı ortamda bulunmakla da bitmez samimiyet hadisesi.
Öyle makinayla yapılan ekmeklerden söz etmiyorum ben. Elinle yoğuracaksın. Günümüz aşkları, dostlukları gibi mekanik olmayacak. Emek olacak, sevgi katılacak.
Mayasını fazla kaçırmayacaksın ki sonra ekmek tadından çok maya tadı gelmesin burnuna. Fırından yeni çıkmış bir ekmeğin kokusu ne kadar çekiciyse o ekmekten alacağın maya tadı da o kadar keyif kaçırır çünkü. Günümüzün fast food aşkları gibi değil yani. Ya da dondurulmuş dostlukları. Çıkart buzluktan, ver fırına, al sana samimiyet! Değil efendim. Lezzeti olmaz böylesinin.
Ve acele etmeyeceksin fırına vermek için. Önce uzun uzun yoğuracaksın. Özeneceksin. Ekmek işte, maya, tuz, su, karıştır gitsin demeyeceksin. Ununa özeneceksin, mayasını önceden ılık sütte eriteceksin, daha da iyi karışsın. Uzun uzun yoğurduğun, yoğururken ruhunu da içine kattığın hamuru iyice bekleteceksin.
Kabaracak…Dostluk gibi, aşk gibi, sevgi gibi...
Paylaştıkça kabaracak, büyüyecek.
İlk anki hamurun birkaç misli büyüklüğe ulaşacak. İçinde türlü türlü yaşanmışlıklar, birlikte gülmeler, birlikte ağlamalar ama illa ki paylaşımlar birikecek.
Şeklini ilk on dakikadan sonra ver derler ama gerekmez ekmek hamurunda. Az ıslatırsan elini misler gibi verirsin şeklini. İstediğin şekili verdiğin mayalanmış hamurunu vereceksin fırına ve pişerkenki mis kokularını içine çekerek bekleyeceksin.
Birbirine göre eğilmeyi, fedakarlık etmeyi öğrendiğin kişi gibi. İster aşık ister dost olsun, yeter ki içine yaşanmışlıklar konsun.
Ve o koku…
O koku sana çocukluğunu hatırlatacak, anneanneni, samimiyeti, sevgiyi, aileni…
Tıpkı dostun gibi.
Gerçek samimiyet gibi.
Gerçek sevgi gibi.
Mis kokan, emek kokan, sen kokan, o kokan ama aslolan…

21 Kasım 2010 Pazar

Aşk kamaştırır


Fazla aşk göz kamaştırır! Görüntü net değildir...Hadise olduğundan farklı görünebilir!
Sıradan bir insana büyük büyük anlamlar yüklemeden önce gözünüzün ışığa alışmasını bekleyin.
Gözleriniz kamaşmışsa ve o aslında “sandığınız kişi” değilse yaşayacağınız kocaman hayal kırıklığını yaşamaktansa biraz bekleseniz ne olur ki? Bekleyin, gözünüzün kamaşması geçsin.
Hayal ettiğiniz tüm aydınlıkları net olarak göremediğiniz birine yakıştırıp onu aslında olmadığı parlak biri haline getirmeyin.
Karşınızdaki kişiye gereksiz payeler vermeyin, sonra da kanırtarak geri almayın.
Ne siz onu abartın ne o sizi yanıltsın.
Yıldız bile olamayacak insanları güneş yapmayın.
Ve olur da birgün gerçekten güneşi bulursanız onu yıldız(cık)lara feda etmeyin.

Kurabiye Canavarı


Kadın bir kurabiyeyse eğer,
Ve erkek de onu çaya batırıp yiyense,
Ve çay da aşkı yaşayış şekilleriyse…
Sıradan bir çaya batırılan sıradan bir kurabiyenizin tadını almak için bile sıradan olmayan bir dikkat ve özen gerekir. Hem de her lokmada.
Kıvamı tutturmak çok kolay görünse de ,
Nasılsa aşıktır denilip her bir lokma için aynı özen gösterilmezse,
Her seferinde çaya batırırken çayın sıcaklığına göre içinde tutma süresine dikkat edilmezse,
Bir bakmışsınız size sadece kırıntılar kalmış.
Ölçüsü zordur ama tutturdun mu afiyetle yenir.
Her lokma aynı lezzettedir.

Ve siz siz olun kurabiye canavarı olmayın.
Kadınınızı çaya batırırken dikkatli olun.
Eritip dağıtmayın,
Kolayca harcamayın,
Sürekli yeni tadlar arayıp kırıntılarla yetinmek zorunda kalmayın.

18 Kasım 2010 Perşembe

Öyle sev ki kardeşim

Öyle sev ki kardeşim, içinde sadece “sevgi” barındırsın.
Eşini, dostunu, arkadaşını, köpeğini öyle bir sev ki,
Koşulsuz olsun.
İçinde “eğer”ler olmasın,
O, senin istediğin gibi olmak zorunda kalmasın.
İstediğin gibi olmadığında hırçınlaşmamalısın kardeşim,
Küsüp kızmamalısın.
Beklentine göre davranmadığında karşındaki,
Düne kadar baş tacı ettiğin sevgi’liye düşman olmamalısın.
Unutma,
“Sevgi” ilişkisinin içine “almak” beklentisini katarsan,
O artık sadece “çıkar” ilişkisidir.
Çıkarcı olma kardeşim,
Sen kaybedersin.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Sen mi istedin Allah’ım?


Önüm arkam sağım solum: İNSAN!
Ellerinde silahlar,
Ellerinde satırlar,
Beni kovalıyorlar.
Koşuyorum koşuyorum,
Kaçıyorum kaçıyorum,
Nefesim tükeniyor,
Ben bitiyorum,
Onlar bitmiyorlar.
Bacaklarımda keskin bir acı,
Kanıyorlar.
Beni vurdular.
Acıyor Allah’ım,
Çok acıyor.
Canımdan can kopuyor.
Korkuyorum.
Nefesim kesiliyor.
Ve onlar gülüyorlar Allah’ım.
Üzerime oturup poz veriyorlar.
Bunu onlardan sen mi istedin Allah’ım?

15 Kasım 2010 Pazartesi

Dedin, dedi.


Sen “ak” dedin,
O “kara” dedi.
Sen “aydınlık” dedin,
O “karanlık” dedi.
Sen “gece” dedin,
O “gündüz” dedi.
Sen "barış" dedin,
O "savaş" dedi.
Sen “evet” dedin,
O “hayır” dedi.
Dedin,
Dedi.
Dinlemedin,
Dinlemedi.
Ve sonunda kimse kazanmadı.
Herkes yenildi.

14 Kasım 2010 Pazar

Suretler ve tezahürler...


Bazı insanlar vardır,
Saf sevgidir onlar.
İyilikleriyle size ışık tutarlar,
Ruhunuzu ve yolunuzu aydınlatırlar.
Meleklerin tezahürüdür onlar.

Bazı insanlar vardır,
şeytanın suretidir onlar.
Haz peşinde koşarlar,
Kötülükten keyif alırlar.
Başkalarına acı verdikçe mutlu olurlar.

Suretler sayesinde tezahürler daha da yükselirler.
Suret suretliğini yapacak ki tezahür daha da gerçek olsun...

6 Kasım 2010 Cumartesi

Gandhi'yi hatırla


İlkelerin olmalı hayatta. Ve bir duruşun.
Dün akım dediğine bugün … dememelisin mesela. Kolayca satmamalısın yol arkadaşlarını.
Yoksa her yolun yolcusu olursun, sonu hiçbir yere varmayan.
Ya da zaten mış gibi yapanlardansındır, hiçbir yola ait olmayan, sadece yolcuymuş gibi yapan…
Yalandan korkmalısın mesela. Rahatça yalan söyleyenlerden uzak durmalısın. Çamurdur onlar ve muhakkak sana da bulaşırlar.
Yan yana durduğun insanları iyi seçmelisin. Başkaları hakkında iştahla ileri geri konuşanlar yeni hedefler ararlar. Bir bakmışsın birgün hedef sensin.
Senden daha ileride diye bir insanı kıskanmak yerine, gölgesiyle kendi kendine kavga etmek yerine o insana bakıp bir şeyler öğrenmeye çalışmalısın. Nasıl adım atıyor da orada acabayı sorgulamalı, kendinle yarışmalısın.
Doğru bildiğin yoldan şaşmamalısın. Doğru insan olup doğru yolda yürümeli, ardında can kırıkları, haksızlıklar, kötülükler bırakmamalısın. Tohumdur onlar. Elbet bir gün başak olacaklar, belki de boyunu aşacaklar, seni görünmez kılacaklar.
Bunların hepsini yaparken yanında bugün olanlar yarın olmayacaklar belki. Gün gelecek bir başına kalacaksın, çok yorulacaksın, “neden gittiler” diye kendini sorgulayacaksın.
Ne onları ne kendini sorgulama da yargılama da.
Ve böyle anlarda Gandhi’nin sözlerini hatırla:
“Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmesi yerine,adaletli olup yalnız kalman daha iyidir.”

4 Kasım 2010 Perşembe

Neye inandırırsan


Bu erkekler herşeye inanıyor mu ne?
Bir adamı seversiniz,
Verirsiniz de verirsiniz.
İşiniz gücünüz olsa bile evde geyşa ile köy gelini arasında bir kıvamda dolanırsınız, erkeğinize(!) hizmet edersiniz.
Belki bilinçaltımıza yerleştirilmiş cici kız rolüdür bu,
Belki harika kadın olunca beni aldatmaz dürtüsü,
Belki de sadece sevgi.
Ama siz verdikçe,
Siz hizmet ettikçe,
Baş tacı yaptıkça,
Adam inanır size.
İnanır bulunmaz hint kumaşı ile dünyanın sekizinci harikası arasında bir şahsiyet olduğuna.
Ve sizi beğenmez olur bir anda.
Ya aldatır
Ya terk eder
Ya ezer.
Ama illa ki hamuru şekil değiştirir,
Ve illa ki ilişki biter.

Belki de bu yüzdendir erkeklerin kendilerine “köpek” muamelesi yapan kadınların peşine takılmaları,
Onlarla beraberken bile sürekli “daha iyisi var mı” arayışında olan kadınlara kul köle olmaları.
“Köpek” olduklarına inanmaları, inandırılmaları.
Neye inandıracağınız ve nasıl muamele göreceğiniz size kalmış yani.

Amy Sutherland işin kitabını yazmış. Erkeğinizi nasıl bir köpek gibi eğitirsiniz?

Ötekileşmişler


Ötekilerin kötülüğü acıtmaz seni.
Adı üstünde onlar "ötekiler"dir,
dış kapının mandallarıdır.
önemsiz kişiliklerdir.
Peki ya "inandıkların"?
"Yakın" sanıp halden anlar dediklerin?
Asıl onlar kanırtır hayatının yüklerini ve seni sıradanlaştırdıklarında.
Ve kızamazsın bile onlara.
Onlar anlamasa da seversin çünkü,
"yakınım" demişsindir bir kere.
seversin yüreğinde kocaman bir eziklikle.
Kabullenirsin sessizce ruhun avaz avaz haykırsa bile.
Bilirsin bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, artık o eski bağ hiçbir zaman kurulmayacak.
Onlar hala yakındır,
ama gizlice ötekileşmiştir.
Canın acır sadece.

2 Kasım 2010 Salı

Koku


İnsanların yüzlerini unuturuz belki,
Zaman siler şekillerini,
Ama kokularını asla.
Her sevdiğimizin bir kokusu vardır,
Sonsuza kadar bizde saklıdır.
Onları hatırladığımızda,
Yüzleri gelmese de aklımıza,
Kokuları gelir bolca.
Hastalanınca anne kokusu ararım ben mesela.
Anne kokusu demek annenin kanatlarının altında olmak demektir.
Tıpkı bir güvercin yavrusu gibi sığınmaktır,
Bakılmaktır, beslenmektir, şımartılmaktır.
Anneanne kokusu ise merhamettir, koşulsuz sevgidir, şefkattir.
Çocukluğunun şımarıklığıdır, duaları, saflığıdır.
Eski sevgilinin kokusu bazen eski bir kıyafeti eline alınca gelir burnuna,
Onun aldığı ya da sevdiğini eline alınca.
Zamanında yanından bir dakika ayırmak istemediğin bu kokunun,
Şimdi ne kadar uzak olduğunu görmek şaşırtır seni.
Okul kokusu vardır,
Sıraların kokusu, kalemtraşın kokusu.
Çocukluğunun oyun kokuları,
Sokak kokuları.
İlk yediğin dondurmanın kokusu.
Sadece insanların değil ama,
hayattaki tüm izlerin ayrı bir kokusu vardır aslında.
Ve yaşamda onlara ihtiyacınız olduğunda,
Sessizce derinlerinizden çıkar gelirler,
Burnunuzda tüterler.

26 Ekim 2010 Salı

Ve...


Ve biliyormuşsun ki
Sevginin kafese kapamayanı,
Sevgilinin seni ayağından bağlamayanı,
Kanadını kırmayanı,
Yan yana kanat çırpanı makbuldur.
Bu sebeple önce kendi başına uçman gerekiyormuş,
Kendi başına uçabildiğini kendine ispat etmen gerekiyormuş.
Sonra sevgiliyle beraber süzülecekmişsin gökyüzünde.
Yan yana kanat çırparken,
Yorulduğunda sen,
Onun kanadında soluklanacakmışsın.
O yorulduğunda onu kanatlarının altında uyutacakmışsın.
Angut kuşları gibi bağlı,
Martı gibi güçlü olacakmışsınız.
Birlikte uçan ama birbirinin kanatını kırmayan,
Birlikte yükselen ama birbirine yapışıp aşağı çekmeyen.
Birisi biraz öne geçti mi sessizce ve kabullenmişlikle onu takip eden,
Ama kıskanmayan ve yalnız bırakmayan,
Aradaki mesafeyi fazla açmadan az ardında duran.
Ve sevgilin yükseldiğinde, seni az geçtiğinde,
Onunla gurur duyacakmışsın,
Sevgiyle izleyecekmişsin.
Sadece o olduğu için,
Sadece sevdiğin için.

22 Ekim 2010 Cuma

Bir ümit işte


“Neden?” diyorum her seferinde,
Anlam yüklemeye çalışıyorum böylesine kötülüğe.
Ve bulamıyorum elbette.
Anlamıyorum;
Yüreklerin bu kadar kin ve nefret dolu olmasını,
İnsanların diğerini alt etmek için böylesine hırslanmasını.
Olup olacağımız hiçlikse eğer,
Neden bu kavgalar, nefretler?
Dün yoktuk değil mi?
Yarın da olmayacağız.
O zaman bugünü yaşasak?
Karanlıkların esiri olup da ruhları ışıksız bırakacağımıza,
Aydınlığın elçileri olmayı,
Varken ışık saçmayı seçsek ya…
Biliyorum boşuna konuşuyorum.
Biliyorum boşuna anlamaya çalışıyorum.
Bir ümit işte.

21 Ekim 2010 Perşembe

Korku.


Ya canım tekrar yanarsa korkusu ne kadar dehşet verici bir histir bilir misiniz?
Ya bir daha tekme yersem?
Ya bu da canımı yakarsa?
Geçmişte yediğiniz tekmeler ne kadar güçlüyse korkunuz da o derece şiddetlidir aslında.
Tekmenin bıraktığı izin derinliği kadar korkarsınız.
Hele bir de dağlandıysa yaranız daha da içinize kapanırsınız.
Korkarsınız...
Korkarsınız tekrar acıtılmaktan.
Korkarsınız tekrar sevmekten.
Korkarsınız tekrar teslim olmaktan.
Acaip bir panik hissi sarar tüm benliğinizi.
Ya tekmelenirsem korkusu bir kez sardı mı benliğinizi vücudunuz acır ilk dayağı yediğinizdeki gibi.
Tıpkı tekmelenmiş bir yavru sokak köpeği gibi.
Ruhun acısının vücuttaki tezahürü…
Meleklere inansanız da korkarsınız.
Öylesine derindir ki hayal kırıklıklarınız…

Belki de en doğrusu teslim olmaktır bir kez daha akışa,
Teslim olmaktır meleklerin ışığına...
Onları duyabiliriz aslında,
Onlar yol gösterir acı çeken ruhlarımıza...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Seni seviyorum, sana rağmen...


“Neden seviyorsun beni?” der sana.
Nedeni mi olur sevmenin dersin ona.
Anlamaz seni.
Sevmek nedensizdir halbuki.
Ne kuralları vardır seni kalıplara sokan.
Ne kalıpları vardır senin içinde olman gereken.
Sadece sevgidir o.
O olduğu için,
Var olduğu için.
Onu seversin.
Ona rağmen.
Tüm “eğer”leri hükümsüz kılan.
Tüm “çünkü”leri yok sayan.
Seversin onu,
Kendine rağmen.

Seni seviyorum,
Sana rağmen,
Sen olduğun için,
Var olduğun için…
Dersin.
Anlamaz.

Sahibim benim!


Son noktayı bugün bir arkadaşım koydu. Biraz dertleştik. Görüşmeyeli yaşananları paylaştık.
Ben “Diyorum ya bir köpeğin ruhuna sahibim ben. Bundandır yaşadıklarım” deyince teşhisi koydu:
“İlla bir sahibim olsun diyorsun yani…”Budur aslında konunun ana fikri. Bunu nasıl gözden kaçırmışım ki ben? İşin hep başının okşanması, “Yaşasın sevdi beni, bu kez herşey harika olacak. Beni sevecek, sayacak. Herşey çok güzel olacak” diyerek peşine takılma ve finalde tekmeyi yeme kısmına odaklanmışım ben ama…
İşin özü “Sahibim olsun” hadisesiymiş aslında.
Tıpkı bir köpek gibi…
İlla da sahip arama hali.
İlla bir sahibin olsun ama aslında tüm işi sen yap hali. Onu sev, say, düşün, koru, hayatını ada.
“Sahipsizim, Sahip Sen’sin” diyorum yani.
Mesele bu ruh halini aşabilmekte.
“Sahipliyim, Sahibim Benim” demekte.

9 Ekim 2010 Cumartesi

34 TZB 95


Bir tuhaflık var ama ne? Bugün bindiğim minibüsün şöförü sanki başka dünyadan gibiydi.
Cadde trafiğine girmemek için arka yola saptık. Tek şerit halinde adım adım ilerliyoruz. Önümüzdeki arabayı bir bayan kullanıyor. Bir anda arkadan gelen bir açıkgöz direksiyonu kadının üstüne kırıyor. Sıkıştıracak ve önüne girecek aklı sıra. Bizimki sinirleniyor:
“Seni de araya sokan…”
Ve doğrudan o da onun üstüne gidiyor. İlginç bir şekilde yırtık dondan çıkar gibi ortaya çıkan açıkgözü cidden yırtık dondan çıkmış gibi solda bırakıyor. Yorumu daha da ilgimi çekiyor:
“Bayan gördü diye üzerine kırıyor. Genç olacak bir de. Biz de gençtik ama böyle değildik. Efendiydik.”
Derken ara yoldan ana yola çıkmak üzereyken yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir yaşlı amca görüyoruz. Bizimki duruyor hemen, amcaya rahat olması için sesleniyor:
“Acele etme, yavaş ol”
Amca bastonla topallaya topallaya geçiyor. Bizimki kolunu çıkarıp arkadaki konvoya “Bekleyin..” işareti yapıyor.
Artık tüm yolcular şöföre kahraman gibi bakıyor.
Ve son bomba tam inerken oluyor. Bizimki bana sesleniyor:
“Siz Çiftehavuzlar parası ödemediniz mi?”
“Evet” diyorum.
“Fazla ödediniz. Alsanıza paranızı” diyerek bana 30kuruş uzatıyor.
Bir durak önce inmeye karar verdim aniden. Dumur oluyorum. Yolcuların suratında da aynı şaşkınlığı görüyorum.
O giderken ben plakasını alıyorum. Diyorum ki “Bu dünyada hala iyiler var. Hatta fazla iyiler var.”
Onlardan biri Kartal – Kadıköy hattında 34 TZB 95 pkalalı minibüsü kullanıyor.

8 Ekim 2010 Cuma

Aşk vazgeçebilmektir


Aşk sabırdır,
Özlemden geberirken sessiz kalabilmektir.
Aşk bekleyiştir,
Hiç gelmeyeceğini bile bile yolunu gözlemektir.
Aşk özlemdir,
Hiç bilmediğin kokusunun burnunda tütmesidir.
Aşk kabullenmektir,
Senin olmadığını bile bile sevmektir.
Aşk koşulsuzdur,
Asla kavuşamayacağını bildiğin halde sevmeye devam etmek,
Senin olmasa da mutluluğunda mutlu olabilmektir.
Aşk O'dur.
Aşk onun için ondan vazgeçebilmektir.
812

Dışardakiler



Dışarıda yağmur, dışarıda gök gürültüsü
İçeride Tv sesleri, eş dost sohbeti

Siz dışarıdakiler
Biz içeridekiler

Siz dışarıda sığınacak bir yer bulur musunuz acaba?
Bir apartman girişi, araba altı, bir kuytu?
Ne yaparsınız bu yağmurda, bu kent sokaklarında?

Yağmur hızlandıkça hızlanıyor
Aklıma düşüyor sokaktakiler,
Dışarıdakiler

Evsiz insanlar, sahipsiz hayvanlar,
Hastalar, sakatlar, açlar
Islanıyorlar
Konuşamıyorlar
Anlatamıyorlar
Korkuyorlar
Yalnızlar
Bu kocaman dünyada
Bu kalabalık sokaklarda

Onlar oradalar
Onlar yalnızlar
Onlar yaşıyorlar
Fark edilmeden

Biz içeridekiler içeride bile korkarken gök gürültüsünden
Siz dışarıdakiler ne yaparsınız bu yağmurda?

Yağmur şiddetleniyor
Kalbim daha hızlı çarpıyor
Yağmur yağdıkça yağıyor…

6 Ekim 2010 Çarşamba

Yeşilimi aldılar benden


Ben küçükken ve annemin biricik kızıyken, ki hala öyleyim, bir oyun oynardık annemle.
Sarılırdık birbirimize, annem söylerdi ben tekrarlardım:
- Canim kızım
- Canim annem
- Tatlı kızım
- Tatlı annem
- Güzel kızım
- Güzel annem
- Melek kızım
- Melek annem
- Bal kızım
- Bal annem
Sonraaaa:
- Çişli kızım
- Çişli annem
- Boklu kızımmmm
- Boklu annemmmm
derken ben, annem başlardı beni gıdıklamaya. Zaten burada gıdıklamanın geleceğini bilen ben “boklu annem” derken kıkır kıkır kıkırdardım, sonra da patlatırdım kahkahayı.
Bu oyunu hemen hemen hergün oynardık canım annemle. Hergün ve üst üste birkaç kere.
O her cümlede, sarılmışken birbirimize, kokumuzu duyar, sevgimizi hissederdik.
Dünyada sadece melek annem ve ben olur, bir olurduk sanki. Öylesine mutlu, öylesine huzurlu, öylesine sevgi doluyduk ki…
Bu sevgi dolu ailede doğduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum ben.
Sanırım onların bu güven dolu sevgisi bana tüm yaratılana güvenmeyi ve sevmeyi öğretti.

“İnsana dair hiçbir şey şaşırtmaz” demişti günün birinde bir zamanlar çok saygı duyduğum birisi. Beni ise her seferinde yeni bir şaşkınlığa uğratıyor hayatıma giren her yeni kişi…

Ve bugün yeşilimden ayrılmışken ben, hayatımın rengine yasak getirilmişken, özlüyorum çocukluğumu, özlüyorum kıkırdadığım oyunlarımı, sadece oyun kaygımı…

30 Eylül 2010 Perşembe

Melekler ve An üzerine...Mesajdır.


Akarak yaşamalı…
Bugünü, an’ı…
Dün dünde kaldı. Dünün acısı, sevinci, keşkesi…
Yarın ise yarında hala. Yarının beklentisi, hayalleri, acabası…
Bugün , tam da şu an’ı yaşamalı.
Akarak, hakkını vererek.
Hayat an’lardan oluşur hepimizin bildiği gibi, her yerde söylendiği gibi.
Ama hissetmeli.
An’daki ışığı, sevgiyi, MELEĞİNİZİ…
Fark etmeseniz de, farkında olmadan incitseniz de onlar oradadırlar, koşulsuz sevgileriyle…
Yol göstericinizdirler, bilgelikleriyle…
Kahramanızdırlar, koruyuculuklarıyla, sessizce destekleriyle…
Mesajcıdırlar, fark ettirmeden meleksi şarkılarıyla…
Ve yüzünü sadece onlara dönmeli,
Meleklerin yol göstericiliğine kendini teslim etmeli…
Ne geçmişle oyalanmalı, ne gelecekle.
Sadece bugünü yaşamalı sevgiyle…
Hayat an’lardan oluşur,
Hayat koşulsuz sevgiden oluşur,
Hayat meleklerin ışığıyla yolumuzu aydınlatır,
Hayat an’dır.

26 Eylül 2010 Pazar

gaz lambasının ışığında...


Gaz lambasının aydınlattığı bir odada gibiyim.
Tuhaf bir loşluk, lambanın alevinin duvarlardaki korkutucu yansıması. O küçücük alevin ahenkle dansının duvarda bir gulyabaniye dönüşmesi…
Başımı hızla lambaya çeviriyorum. Sanki duvarlara bakmadığımda o korkunç kabuslar da kaybolacak gibi.
Lambaya, sadece onun ateşine baktığımda ise ateş büyüyor ve beni içine çekiyor sanki.
Lambada mı duvarda mı boğulmalı bilemediğim bir gerçeküstülük hali…
Sadece ateşi görmek, gerisini unutmak istiyorum ama olmuyor. İnsanım ve meraklanıyorum.
Gözlerim yeniden duvarlara kayıyor.
Gölgelere…
O kötü haberlere.
“Gerçek değil onlar “ diyorum.
“Bakma sen onların korkunçluğuna, sadece ışık oyunu bu, sadece kötü bir rüya” diyorum…
Ama…
O küçücük, o aciz, o eski bir halta benzetemediğimiz gaz lambası var ya…
Azalan gazı ve küçülen aleviyle duvarları daha da çekilmez kılıyor sanki…
Tuhaf bir his benimkisi.
Korkuyorum bu odadan, bu loşluktan, bu yansımalardan.
Güneşe çıkmak, günüm aydın olmak istiyorum.
Herşeyi net görmek istiyorum.
Gölge oyunlarının olmadığı, herşeyin her ayrıntısıyla gözümün önünde olduğu…
Bu gaz lambalı loş odadan çıkmak istiyorum.
Gerçekleri görmek ve yaşamak.
Artık gün doğsun istiyorum. Karanlıktan çıkmak…
Gaz lambasını duvara fırlatmak istiyorum. Hem gulyabanileri hem o şekilsiz ateşi yok etmek.
Derin bir “ohhhh” çekip tekrar güneşi yüzümde ve ruhumda hissetmek.

23 Eylül 2010 Perşembe

Pardon

Pardon, ben tamamen yanlış anlamışım,
Sen de beni sevdin sanmışım.
Ben gerçekten çok yanılmışım,
Bilmeden seni çok sıkmışım,
Çok pardon,
Ben eşeklik yapmışım!
2312

9 Eylül 2010 Perşembe

Habersiz Veda

En fenası budur belki,
Hiç senin olmamış sevgilinin seni yüreğinden silmesi.
Hiç aklından çıkaramadığının artık seni düşünmemesi.
Tüm hayallerinin içine koyduğunun artık başka rüyalarda olması.
"Acabalar" nedenini bile anlamadan çıkarken kapıdan,
"Keşkelerin" sen fark etmeden sessizce içeri girmesi.
Alt üst eder seni habersiz vedası.
Tek kelime etmeden,
hiç konuşulmadan sessizce başka bir yüreğe akışı.
Sevgili olmadan sevdiğinin sessiz terk edişi...912

7 Eylül 2010 Salı

Kıyam.

Hayatımın kıyametini yaşıyorum bugünlerde. Cennetimi yaratıyorum sükunetle.
Aynen kelime anlamındaki gibi kıyam yaşıyorum,
Ölmeden diriliyorum, ayağa kalkıyorum.
Elimde bir elek,
Sallıyorum da sallıyorum,
Kurtlarla kuzuları ayırıyorum.
Üstte kalanları başımın üstünde taşıyorum,
Yol arkadaşlarımı seçiyorum.
Benim koymadıklarımı ise Tanrı koyuyor olmaları gereken yere,
Başımın üstüne, taç şeklinde.
Şükür ediyorum bugüne…
712

31 Ağustos 2010 Salı

Siyah beyaz bir film karesi


Öldükten sonra siyah beyaz bir film karesi olarak hatırlanmak isterim.
Tüm siyah beyazları hem sevgiyle, hem inançla, hem kirlenmemişlikle hatırlarım.
Eskide kalan iyiliğin, dürüstlüğün resmidir hepsi sanki.
Biraz saflık, biraz mertlik, biraz savaş katılmış ama asla yenilmemişlik kokan.
Kendine rağmen ne onlara ne kendine yenilmemiş olan...
İçinde buram buram dostluk vardır o resimlerin.
Bahçelerarası sohbetler sığar o bir tane kareye.
Dostluklar sığar,can yoldaşlıkları...
Birlikte çamaşırlar yıkanır, birlikte salça yapılır.
Sevgi vardır, pişirdiğinden komşuya ikram vardır.
Ekmeğini bölüşen insanların kocaman yüreklerini barındırır.
Komşun açken sen tok olmaktan utanırsın o fotoğraflarda,
Elindekini paylaşırsın koşulsuz tüm "can" taşıyanlarla.
Karı koca olmak, aile olmak kutsaldır.
Ahlak henüz modernlik kisvesine yenik düşmemiştir.

Çok şey vardır şimdilerde "eksik" kalan.
Belki bir türlü "tam" hissedememektendir siyah beyaza duyulan bu özlem.

Diyorum ya; beni siyah beyaz bir fotoğraf olarak hatırlasın cümle alem.
Baktığınızda biraz umut, biraz savaş, biraz inat, biraz inanç, biraz keder, biraz kahkaha ve sevgi barındıran…
Ve biraz sohbet, biraz hırçınlık, biraz aşk, biraz angutluk, biraz köpek ruhu kokan…
İçinde bir kız çocuğu olan...

Baktığınızda sizi umutlandıran, gülümseten ve ısıtan.
Siyah beyaz ama tüm renkleri içinde barındıran…

29 Ağustos 2010 Pazar

Ah-lak!


Ahlak efendim, “AH - LAK LAK ” değil! Ahlak…Ahlaklı olun efendim, LAK LAK’lı değil, LAKLAKÇI değil...

Ahlağı hafife almayın efendim, mayanızda varsa insan yapar sizi. Hatta mayanızda olması yetmez oranı da önemlidir. Dozu eksik kaldıysa kaypak eder sizi, yavşak yapar. Bugün akım dediğinize yarın b…m dersiniz, bugün dost dediğinize yarın düşman olursunuz. Çıkar için kolayca satarsınız dost dediklerinizi.

Aslında bu mayada eksik olan insanlıktır. Ahlak eksikse insanlık da eksik kalmıştır kanımca. Tek bildiğiniz hazdır sizin. Her yeni peşinde olduğunuz hedef sizi yeni bir hazza götürendir sadece.

Elde ettiğiniz anda da hazzınız biter. Anlıktır. Tıpkı tuvaletini yapmak gibi. Yaparsın ve tatmin olursun. Elde edersin ve tatmin olmuşsundur.

Asla mutlu değilsinizdir. Çünkü peşinde koştuklarınız, ahlaksızca oyunlarınız hep hazlar içindir. Mutluluk nedir bilemezsiniz. Elde ettiğiniz anda yenisi için planlar yaparsınız. Mutluluk sandığınız anlık hazlar daha da hırslandırır sizi. Birgün gelir kendi hırsınızda, kendi oyunlarınızda boğulursunuz.

Gerçek mutluluk sevgiyle başlar LAKLAKÇILAR !
Yürekten sevmekle,
Miş gibi olmamakla başlar…
Lak lak yaparak, ortalığı idare ederek, sizin düşüncenizle “yedirerek” değil…
Olmakla başlar herşey.
Ahlaklı olmakla,
Dürüst olmakla,
Samimi olmakla,
Adam gibi adam,
Kadın gibi kadın,
İnsan gibi insan olmakla…


Ve maya eksik doğduysanız böyle gider bu hayat planı da, ahlaksızca, kalleşce, çıkar peşinde.
Yazık size.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Kirlendik...



Kirlenmemiştik ben küçükken...
Herkes iyiydi, herkes mertdi, herkes insandı sanki.
Zamanlar mı değişti, bizler mi aniden ahlaksızlaştık?
Hangi arada bu kadar kötüledi insanlık?

İnsan olmak komik bulunuyorsa,
Sevgi ayaklar altına alınıyorsa,
Ahlaksızlık alkışlanıyorsa,
Saygısızlık, terbiyesizlik birbiriyle yarışıyorsa...
Ve bizler sanki herşey normalmiş gibi gülümseyerek izliyorsak tüm olan biteni...
Bizler herşeyi doğal karşılıyorsak...

Bizler çocuklarımızı da bu ahlaksızlığın doğallığını aşılayarak büyütüyorsak,
Bizler çocuklarımıza büyüklerine saygıyı bile öğretmekten aciz kalıyorsak,
Artık yaşlılara yer vermiyorsa gençler yüzleri kızarmadan,
Büyükler çocuklarının çocukları gibi davranıyorsa ve çocuklar ebeveyn olduysa,
Sevgi denilen şeyin yerine beraberliğin ölçüsü para olduysa...

Ne zaman bu hale geldik?
Hangi arada?
Hangi arada unuttuk kendimizi?
Adamlar adamlıklarını, kadınlar kadınlıklarını?
Hangi ara ahlaksız kadınlar baş tacı edilir oldu?
Erkekler gerine gerine “gözüm dışarıda” der oldu?
Kadınlar kocalarının erkekliğini karşılaştırır oldu yüzleri kızarmadan?
Hangi ara mertlik, dürüstlük rahatsızlık verir oldu?
Hangi ara sahtekarlığa paye verilir oldu?

Kirlendik resmen...
Kirlendi duygularımız,
Kirlendi ruhlarımız...

Ve biz sadece izledik uzaktan,
Hafif bir tebessümle, rahatsızlık duymadan...

Kirlendi dünyamız...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Sendenim, tesadüfen değildim...


Bir hayal kurdum, içine biraz senden, biraz benden koydum, adını da umut…
Hayatımın ilk Tanrısı oldun, kalbime insanlık koydun.
İnsan oldun, insan olmayı öğrendim.
İnandığın değerler uğruna aç kaldın, karından çocuğundan ayrı düştün, sürüldün, yalnız kaldın ama inandın, dik durdun, adam gibi adam oldun, insan oldun, ben oldun, halk oldun.
Savundun tanımadığın insanları, vatanını, halkını. Kavga ettin haberleri olmaksızın onlar için, açlar için, cumhuriyetin için.
Öğrettin bana dik durmayı, aç kalmayı ama insan olmayı, adam gibi kadın olmayı.
Rüşvet yediler, ihbar ettin, sürüldün.
Rüşvet verdiler, almadın, sürüldün.
Dönek ol istediler, olmadın, sürüldün.
Sürüldükçe sürüldün, sürüldükçe daha çok direndin, sürünmedin, yavşamadın, nabza göre şerbet vermedin, ahlaksız olmadın.
Asla utanacağın bir şey yapmadın.
Onlar utanacakları onlarca şey yaparken direndin.
Bana ben olmayı,
Bana dürüst olmayı,
Bana ahlaklı olmayı,
Bana merhamet etmeyi,
Bana savaşmayı,
Bana yalnız bırakılsam da TEK BAŞIMA DAYANMAYI, MÜCADELE ETMEYİ,
Bana insan olmayı,
Bana o olmayı, bana onlar olmayı, bana can taşıyan herşeyin canını canımda duymayı sen öğrettin.
İyi ki sendin, iyi ki sensin.
İyi ki sendendim, tesadüfen değildim.
İyi ki senin benimim,
İyi ki senden benim,
İyi ki senin kızınım,
İyi ki Öztürk’üm.
İyi ki babasının kızıyım ve hala seninleyim…

29.7.2010, 00:51

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Ben ve sen


Ben benim,
Sen de sen.
Saatler geceyarısını çoktan geçmişken,
Ben senin için yanarken,
Sen habersiz uyurken…
Ben seni severken,
Sen bunu bilmezken…
712

28 Haziran 2010 Pazartesi

Bırakıp gitme sakın beni

“Bana bir masal anlat baba” der ya şarkı, “İçinde denizler balıklar, yağmurla kar olsun, güneşle ay”. Her dinlediğimde nedensiz ağlatır beni.
Her seferinde kendimi çocuk, kendimi çaresiz, kendimi babasız hissettirir belki de.
Bugün tüm gün bu şarkıyı dinleyesim ve babama bağıra bağıra diyesim var:
“Anlatırken tut elimi
Uykuya dalıp gitsem bile
Bırakıp gitme sakın beni”

Bana bir masal anlat baba, içinde hiç ayrılık olmasın.
Sen her zaman burada ol.
Koşulsuz sevenim ol.
Örnek aldığım ol.
Hayatımdaki en kültürlü insan ol.
İnsanları affeden ol.
Herkese yardım eden ol.
Ekmeğini bölüşen ol.
Aklımın ermediklerini sorduğum ol.
Yazılarımı ilk okuduğum ol.
"Her ne olursa olsun benim kızımsın, hiçbir şey senden değerli değil" diyenim ol.
Koruyup kollayanım ol.
Orada olduğunu bildiğim ol.
Hastalığı yenenim ol.
Babam ol…

Bırakıp gitme sakın beni.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Uyan Halkım, Ninni


“Uyusun Da Büyüsün Ninni” demiş midir Buse’nin annesi?
“Tıpış Tıpış Yürüsün Ninni” demiş midir peki?
“Uyu Yavrum Ninni” diyerek ninniler söyleyip büyütmüş müdür elleri kolları kınalı bebeğini?
Peki çeyizini de biriktirmiş midir?
Buse kendine bir işi, bir eşi, iki çocuğu olan gelecek hayalleri kurmuş mudur?

Peki Buse’yi o bir kere bakmak için neler vermeyeceği mavi gözlere gönderen kara gözler?
O kara gözlerin annesi hangi ninniyi söylemiştir?
“Dandini Dandini Danalı Bebek, Elleri Kolları Silahlı Bebek” mi demiştir bebeğinin kulağına?
“E…… E…..Öldür Yavrum Ninni” diye mi emretmiştir kurban olduğuna?


O kara gözlerin çocuk beyinlerini yıkayan güçler kimlerdir?
O çocuk kara gözleri büyüyünce birer canlı bombaya dönüştüren, tüm bu acizliğin sorumlusu olanlar kimlerdir?

Taşeronlar mı?

O kara gözleri “ötekileştiren” ülkem zihniyeti mi?

Yoksa ötekileştirilenlere uzaktan bakan bizler mi

E…. E…..
Uyan Halkım Ninni…

6 Haziran 2010 Pazar

Özlem

Özlem, koruk gibi bir şey!
Yemeden ağzını sulandıran,
Yedikten sonra kamaştıran.
Azı keyifli,
Fazlası mideni ağrıtan.
Kararında olmadı mı,
Hayatını karartan.
Arada bir yersen sevgi bağlarını sağlamlaştıran,
İlişkiyi yenileyen, heyecan katan.
Her öğün yersen sevgini imkansız aşka dönüştüren,
Canını çok yakan.
612

22 Mayıs 2010 Cumartesi

30 adamın mumu

Kazağımın kolu korumadı beni anne, zehiri soludum. Göz göre göre öldüm anne. Ben bir maden işçisiydim. Bayramda verdiğin mendil korumadı beni karım, nefesim tükendi. Bile bile öldüm canım, ben bir maden işçisiydim. Gaz maskem yoktu oğlum, kimse bize gaz maskesi takmamızı söylemedi. Denedik nefes almayı, denedik yaşamayı. Ama başaramadık hayatta kalmayı. Bizi bilerek maskesiz 540 kotuna yolladılar canlarımız, biz maden işçisiydik, biz eğitilmedik. 30 can bugün yok, 30 hayat bitti ey ahali! Sıradan günlerden biriyken bizler için, son gündü onlar için… Bizler kaldığımız yerden devam ederken hayatlarımıza, onların aileleri hep eksik yaşayacak bundan sonra. Onlar maden işçileri, canları Allah’a emanet. Bizler geride kalanlar, aklımız Allah’a emanet. Derler ki bir yakının öldüğünde ilk gün kalbinde 40 mum yanar. 40 gün boyunca bu mumlar birer birer söner. 40.gün son kalan mum hiç sönmez. O son mum bir hayat boyu yanar, kalbini yakar. 30 adamın mumu acaba kaç kalpte yanar?

21 Mayıs 2010 Cuma

Hiç bitmesin hiç gitmesin.

Dokunursun ona,

Dokunursun ruhuna.

Sen şifa verdiği sanarken,

Şifayı bulursun onda!

Şifadır o,

Saf sevgidir.

Ne sen ne o farkına bile varmadan buluşmuştur ruhlarınız Tanrısal Planda.

Ve en güzeli de budur aslında.

Hiç hesapsız,

Yalansız dolansız,

Beklentisizdir aşkınız.

Dünyevi ruh hallerinden, beklentilerinden uzak,

Sadece sevmek,

Sadece vermek üzerinedir sevginiz.

Hiç bitmesin istersiniz,

Hiç gitmesin diğeriniz.
 
1217

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Anneannesinin gülünden hasretle...


Canim anneannemin melek kalbinde, pamuk koynunda buyudum ben.
Cocuklugumun gulumseyen yuzu anneannem...
Her ne olursa olsun, her ne yaparsam yapayim, sadece seven, hosgoren...
Kocaman yureginde tum sevgilere yer olan, canim anneannem...
Tek simardigim insan, simarikligimi tek hosgoren..
Sadece mis kokan, anneanne kokan, can kokan...
Sarildim mi guven duydugum, her ne olursa olsun orada oldugunu bildigim..
Her zaman sevgiyle gittigim, sevgiyle ayrildigim anneannem...

Sonra hastalanan...
1 sene boyunca hastaligi anlasilmayan
Hastalik hastasi teshisi konan
Ve 1 sene sonra 5 ay omru kalmis denen
Kanser olan ve eriyen anneannem...

Erirken ziyaretine gittigim
Morfinden kendini bilmez yatarken omuzunu durttugum
"Ihhh" yapip da beni itti saninca "anneannem beni itti" die agladigim...
ve sonra gercekten kendine gelince ve beni gorunce
"ANNEANNESININ GULU GELMIS" diye usulca soylediginde KALBİMDE ÇİÇEKLERİN AÇTIĞI

canim anneannem...

bu dunyada, bana senden baska

hic kimse GULUM demedi...........

hic kimse beni senin gibi GULUM diye sevmedi

hic kimse beni senin gibi koklamadi, opmedi


canim anneannem, bu koca dunyada ben bazen kendimi cok yalniz hissediorum...

hep derdin ya dedem icin benden sonra yapamaz die...

yapamadi anneannem... senden sonra dedem hic eskisi olmadi, olamadi...

tipki benim olamadigim gibi...

tipki benim bir parcamin hep yok oldugu gibi...........


melek anneannem bu gece ruyama girer de beni oper msn?



anneannesinin gulunden hasretle anneannesine.......................................

8.5.2009