26 Ekim 2010 Salı

Ve...


Ve biliyormuşsun ki
Sevginin kafese kapamayanı,
Sevgilinin seni ayağından bağlamayanı,
Kanadını kırmayanı,
Yan yana kanat çırpanı makbuldur.
Bu sebeple önce kendi başına uçman gerekiyormuş,
Kendi başına uçabildiğini kendine ispat etmen gerekiyormuş.
Sonra sevgiliyle beraber süzülecekmişsin gökyüzünde.
Yan yana kanat çırparken,
Yorulduğunda sen,
Onun kanadında soluklanacakmışsın.
O yorulduğunda onu kanatlarının altında uyutacakmışsın.
Angut kuşları gibi bağlı,
Martı gibi güçlü olacakmışsınız.
Birlikte uçan ama birbirinin kanatını kırmayan,
Birlikte yükselen ama birbirine yapışıp aşağı çekmeyen.
Birisi biraz öne geçti mi sessizce ve kabullenmişlikle onu takip eden,
Ama kıskanmayan ve yalnız bırakmayan,
Aradaki mesafeyi fazla açmadan az ardında duran.
Ve sevgilin yükseldiğinde, seni az geçtiğinde,
Onunla gurur duyacakmışsın,
Sevgiyle izleyecekmişsin.
Sadece o olduğu için,
Sadece sevdiğin için.

22 Ekim 2010 Cuma

Bir ümit işte


“Neden?” diyorum her seferinde,
Anlam yüklemeye çalışıyorum böylesine kötülüğe.
Ve bulamıyorum elbette.
Anlamıyorum;
Yüreklerin bu kadar kin ve nefret dolu olmasını,
İnsanların diğerini alt etmek için böylesine hırslanmasını.
Olup olacağımız hiçlikse eğer,
Neden bu kavgalar, nefretler?
Dün yoktuk değil mi?
Yarın da olmayacağız.
O zaman bugünü yaşasak?
Karanlıkların esiri olup da ruhları ışıksız bırakacağımıza,
Aydınlığın elçileri olmayı,
Varken ışık saçmayı seçsek ya…
Biliyorum boşuna konuşuyorum.
Biliyorum boşuna anlamaya çalışıyorum.
Bir ümit işte.

21 Ekim 2010 Perşembe

Korku.


Ya canım tekrar yanarsa korkusu ne kadar dehşet verici bir histir bilir misiniz?
Ya bir daha tekme yersem?
Ya bu da canımı yakarsa?
Geçmişte yediğiniz tekmeler ne kadar güçlüyse korkunuz da o derece şiddetlidir aslında.
Tekmenin bıraktığı izin derinliği kadar korkarsınız.
Hele bir de dağlandıysa yaranız daha da içinize kapanırsınız.
Korkarsınız...
Korkarsınız tekrar acıtılmaktan.
Korkarsınız tekrar sevmekten.
Korkarsınız tekrar teslim olmaktan.
Acaip bir panik hissi sarar tüm benliğinizi.
Ya tekmelenirsem korkusu bir kez sardı mı benliğinizi vücudunuz acır ilk dayağı yediğinizdeki gibi.
Tıpkı tekmelenmiş bir yavru sokak köpeği gibi.
Ruhun acısının vücuttaki tezahürü…
Meleklere inansanız da korkarsınız.
Öylesine derindir ki hayal kırıklıklarınız…

Belki de en doğrusu teslim olmaktır bir kez daha akışa,
Teslim olmaktır meleklerin ışığına...
Onları duyabiliriz aslında,
Onlar yol gösterir acı çeken ruhlarımıza...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Seni seviyorum, sana rağmen...


“Neden seviyorsun beni?” der sana.
Nedeni mi olur sevmenin dersin ona.
Anlamaz seni.
Sevmek nedensizdir halbuki.
Ne kuralları vardır seni kalıplara sokan.
Ne kalıpları vardır senin içinde olman gereken.
Sadece sevgidir o.
O olduğu için,
Var olduğu için.
Onu seversin.
Ona rağmen.
Tüm “eğer”leri hükümsüz kılan.
Tüm “çünkü”leri yok sayan.
Seversin onu,
Kendine rağmen.

Seni seviyorum,
Sana rağmen,
Sen olduğun için,
Var olduğun için…
Dersin.
Anlamaz.

Sahibim benim!


Son noktayı bugün bir arkadaşım koydu. Biraz dertleştik. Görüşmeyeli yaşananları paylaştık.
Ben “Diyorum ya bir köpeğin ruhuna sahibim ben. Bundandır yaşadıklarım” deyince teşhisi koydu:
“İlla bir sahibim olsun diyorsun yani…”Budur aslında konunun ana fikri. Bunu nasıl gözden kaçırmışım ki ben? İşin hep başının okşanması, “Yaşasın sevdi beni, bu kez herşey harika olacak. Beni sevecek, sayacak. Herşey çok güzel olacak” diyerek peşine takılma ve finalde tekmeyi yeme kısmına odaklanmışım ben ama…
İşin özü “Sahibim olsun” hadisesiymiş aslında.
Tıpkı bir köpek gibi…
İlla da sahip arama hali.
İlla bir sahibin olsun ama aslında tüm işi sen yap hali. Onu sev, say, düşün, koru, hayatını ada.
“Sahipsizim, Sahip Sen’sin” diyorum yani.
Mesele bu ruh halini aşabilmekte.
“Sahipliyim, Sahibim Benim” demekte.

9 Ekim 2010 Cumartesi

34 TZB 95


Bir tuhaflık var ama ne? Bugün bindiğim minibüsün şöförü sanki başka dünyadan gibiydi.
Cadde trafiğine girmemek için arka yola saptık. Tek şerit halinde adım adım ilerliyoruz. Önümüzdeki arabayı bir bayan kullanıyor. Bir anda arkadan gelen bir açıkgöz direksiyonu kadının üstüne kırıyor. Sıkıştıracak ve önüne girecek aklı sıra. Bizimki sinirleniyor:
“Seni de araya sokan…”
Ve doğrudan o da onun üstüne gidiyor. İlginç bir şekilde yırtık dondan çıkar gibi ortaya çıkan açıkgözü cidden yırtık dondan çıkmış gibi solda bırakıyor. Yorumu daha da ilgimi çekiyor:
“Bayan gördü diye üzerine kırıyor. Genç olacak bir de. Biz de gençtik ama böyle değildik. Efendiydik.”
Derken ara yoldan ana yola çıkmak üzereyken yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir yaşlı amca görüyoruz. Bizimki duruyor hemen, amcaya rahat olması için sesleniyor:
“Acele etme, yavaş ol”
Amca bastonla topallaya topallaya geçiyor. Bizimki kolunu çıkarıp arkadaki konvoya “Bekleyin..” işareti yapıyor.
Artık tüm yolcular şöföre kahraman gibi bakıyor.
Ve son bomba tam inerken oluyor. Bizimki bana sesleniyor:
“Siz Çiftehavuzlar parası ödemediniz mi?”
“Evet” diyorum.
“Fazla ödediniz. Alsanıza paranızı” diyerek bana 30kuruş uzatıyor.
Bir durak önce inmeye karar verdim aniden. Dumur oluyorum. Yolcuların suratında da aynı şaşkınlığı görüyorum.
O giderken ben plakasını alıyorum. Diyorum ki “Bu dünyada hala iyiler var. Hatta fazla iyiler var.”
Onlardan biri Kartal – Kadıköy hattında 34 TZB 95 pkalalı minibüsü kullanıyor.

8 Ekim 2010 Cuma

Aşk vazgeçebilmektir


Aşk sabırdır,
Özlemden geberirken sessiz kalabilmektir.
Aşk bekleyiştir,
Hiç gelmeyeceğini bile bile yolunu gözlemektir.
Aşk özlemdir,
Hiç bilmediğin kokusunun burnunda tütmesidir.
Aşk kabullenmektir,
Senin olmadığını bile bile sevmektir.
Aşk koşulsuzdur,
Asla kavuşamayacağını bildiğin halde sevmeye devam etmek,
Senin olmasa da mutluluğunda mutlu olabilmektir.
Aşk O'dur.
Aşk onun için ondan vazgeçebilmektir.
812

Dışardakiler



Dışarıda yağmur, dışarıda gök gürültüsü
İçeride Tv sesleri, eş dost sohbeti

Siz dışarıdakiler
Biz içeridekiler

Siz dışarıda sığınacak bir yer bulur musunuz acaba?
Bir apartman girişi, araba altı, bir kuytu?
Ne yaparsınız bu yağmurda, bu kent sokaklarında?

Yağmur hızlandıkça hızlanıyor
Aklıma düşüyor sokaktakiler,
Dışarıdakiler

Evsiz insanlar, sahipsiz hayvanlar,
Hastalar, sakatlar, açlar
Islanıyorlar
Konuşamıyorlar
Anlatamıyorlar
Korkuyorlar
Yalnızlar
Bu kocaman dünyada
Bu kalabalık sokaklarda

Onlar oradalar
Onlar yalnızlar
Onlar yaşıyorlar
Fark edilmeden

Biz içeridekiler içeride bile korkarken gök gürültüsünden
Siz dışarıdakiler ne yaparsınız bu yağmurda?

Yağmur şiddetleniyor
Kalbim daha hızlı çarpıyor
Yağmur yağdıkça yağıyor…

6 Ekim 2010 Çarşamba

Yeşilimi aldılar benden


Ben küçükken ve annemin biricik kızıyken, ki hala öyleyim, bir oyun oynardık annemle.
Sarılırdık birbirimize, annem söylerdi ben tekrarlardım:
- Canim kızım
- Canim annem
- Tatlı kızım
- Tatlı annem
- Güzel kızım
- Güzel annem
- Melek kızım
- Melek annem
- Bal kızım
- Bal annem
Sonraaaa:
- Çişli kızım
- Çişli annem
- Boklu kızımmmm
- Boklu annemmmm
derken ben, annem başlardı beni gıdıklamaya. Zaten burada gıdıklamanın geleceğini bilen ben “boklu annem” derken kıkır kıkır kıkırdardım, sonra da patlatırdım kahkahayı.
Bu oyunu hemen hemen hergün oynardık canım annemle. Hergün ve üst üste birkaç kere.
O her cümlede, sarılmışken birbirimize, kokumuzu duyar, sevgimizi hissederdik.
Dünyada sadece melek annem ve ben olur, bir olurduk sanki. Öylesine mutlu, öylesine huzurlu, öylesine sevgi doluyduk ki…
Bu sevgi dolu ailede doğduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum ben.
Sanırım onların bu güven dolu sevgisi bana tüm yaratılana güvenmeyi ve sevmeyi öğretti.

“İnsana dair hiçbir şey şaşırtmaz” demişti günün birinde bir zamanlar çok saygı duyduğum birisi. Beni ise her seferinde yeni bir şaşkınlığa uğratıyor hayatıma giren her yeni kişi…

Ve bugün yeşilimden ayrılmışken ben, hayatımın rengine yasak getirilmişken, özlüyorum çocukluğumu, özlüyorum kıkırdadığım oyunlarımı, sadece oyun kaygımı…